2022-11-22 01:53:00
DİNOZOR - AKREP - SAVAŞ - ŞARAPNEL...!
Hazreti Adem'den (sav) kıyamete değin sabit kılınan , atlas çarşaf gibi yerküreyi çepeçevre kuşatan çivisi çıkmış kelimelerin kırık dökük hecelerinden oluşan
uzaktan bakınca telli duvaklı bir gelin edasıyla salınan, akreplerin saldırısına uğramış lâl olmuş sonsuzlukta bir kaç fısıltı, birkaç çıplak şiir ve birkaç su damlasına hasret Gobi çölü gibi yapayalnız ama mahsun ama çaresiz, zamana adanmış yalın ayak bir gökyüzüydü bu.
Altın da geçmişin eskitemediği
yollar kıvrım kıvrım uzarken, bilinmezliğe soyunmuş gecenin perdesi düşmüştü. Zaman susmuş , çağlar ötesinde yaşayan şaşkın bakışlı bir DİNOZORUN kırık tırnağından bir tabuta dolmuştu tüm yalan düşler. Timsahlar sahte göz yaşlarını akıtırken ulu orta, ayaz yemiş yüreklerin çelik ipleri kopmuş, yorgun sararmış yüzler seyrüsefer ediyordu cennet ırmağının döküldüğü, cümlelerin kifayetsiz kaldığı kızıl yeşillere.
Düşler masallara, masallar binbir gece okunsun diye kitaplara dönüşmüştü.
Bakir gökyüzü bahçeleri rahmet yağmurlarıyla sırılsıklam olurken, suya hasret yerküre de kainatı titreten sessizliğin sesi çırılçıplaktı. Mazinin tozlu sayfalarına noktalanmış, eskiyen ufalanmış şiirlerin kadehleri çoktan paramparça olmuş, safran rengi geceler ayaz yemiş, ilkbahar'a gebe ağaçların, kurumaya yüz tutmuş güz yaprakları zamanı geçiştirmek uğruna, yoksul düşmüş bir akşamın yüreğine yüreğine salvolar yolluyordu istemsizce. Dünyanın öbür köşesinde çöl diye adlandırılan inci mercanların duaya durduğu kum denizinde, yakamozların dansları eşliğin de , elinde eski - püskü bir bavulla tren bekleyen çocuk ben yağmurum diye bağırıyordu.. O sırada tren rüzgarı arkasına almış gökyüzünde süzülürcesine istasyona yaklaştı, avazı çıktığı kadar bağıran çocuk sustu çöl faresi konuştu.
"Çölleri gizemli kılan neydi " derken, sesi yankılandı kum orkidelerinin şatolarında. “ Serap görmek " dedi uzaklardan koşarak gelen Akrep Kral. Belkide milyon yıllık bu topraklarda konuşmak istiyorlardı ama dilleri kurumuş susuzluktan çatlamış çöle dönmüştü yüzleri. Kıyamete değin dönerken DEVRAN Soluk alacakları virgülleri yoktu,
sesleri yoktu, kalemleri yoktu, kağıtları yoktu. Evet evet gözlerinden belliydi konuşmak istiyorlardı ama çaresizlikten lâl olmuşlardı.
Kum Deniz'inin ortasın da bir başka çocuk ise, köşe bucak karanlığı aydınlatacak ışığı arıyordu.
O bir çocuktu. Aşkın, ölümün kaçınılmazlığının, yapa yalnız gecelerin gölgesinde kimsesiz olduğunu henüz keşfedememişti ama yalpalayan yüreğinin utangaçlığını,
usul bir yakarışa astığı çocuk kalbinin gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Karanlığın kucağında umutsuzluktan uzak yürek dili, rüzgar sustukça hece hece kanıyor kanıyor ama bir türlü kabuk bağlamıyordu. Ve o gün geldiğinde kan durdu. Korkulacak bir şey olmadığını anlamış, umut yüklü Türkmen motifli heybesini omuzuna atarak yola revan oldu. Çöldeydi çocuktu ama ışığı aramaya devam ediyor, gönül Fener'inin ışığı sönsün istemiyordu.
Tan yeri ağarmış, güneş ışıklarını dantelalı ipek çarşaf gibi yeryüzüne yaymaya başladığında, sarıya çalan yaban ışıltılar ŞARAPNEL parçaları gibi yeni asfalt dökülmüş zikzaklı yollarda yakamoz misali parıldarken, kesik kesik aslan kükremeleri, sırtlan kahkahaları, yılanların çıngırak seslerini taşıyan Samyelinin çılgın serenatı tokat gibi herbir kum tanesine çarpıyor, safran renkli çölün elinden tutup yeryüzünün en ücra köşelerine dalga dalga yayılıyor, Rahmetli Cemil Meriç'in de dediği gibi; " Kıyasıya bir savaştı bu, Haç'la Hilâl'in, Batı'yla Doğu'nun, iman'la inkâr'ın savaşı..." devam ediyordu.
Kıyamete beş kala, gök bakışlı anne şefkatiyle yüklü bir dokunuşla çöl kuyuları taşıp bereketli bir sele dönüştüğün de kadim Anadolu topraklarında Albayrağın gölgesinde yükselirken
“ALLAHUEKBER “ nidaları, yağmur tanecikleri toprakla buluşup ahir zaman peygamberine salâvat getirirken, mis gibi toprak kokusu eşliğinde rüzgar estikçe esiyor, gölgesinde asla oturamayacağını bilerek ağaçlar diken bir insan, varoluş sebebinin anlamını çözmeye çabalarken, güz güllerinden hallice yüreklerdeki bağ bozumunun hüznü kalksın, iyilik tohumları tekrardan yeşersin diye içsel sesiyle dua ediyordu rahmet yağmurları.
Kayser-İ Rum diyarının ulu dağı tüttükçe tütüyor, yüce dağ ha patladı , ha patlayacak gibi etrafa korku salarken, gaflet uykusunda beyinleri tutsak olanlar hiç bir şey hissetmedi.
Kimine göre çok uzak, kimine göre az ilerde ki portakal ağacı, zeytin dalına konmuş bir Tûti' yi soru yağmuruna tutarken, Tûti çarkıfelek işlemeli şemsiyesini çoktan açmış , müstehzi bir gülümsemeyle portakal ağacına bakıyordu. Pembe panjurlu evin tavan arasında yakut taşlı yüzüğünü kaybeden gelincik büyüklüğünü ancak Richter ölçeğinin tanımlayacağı bir zelzele yaşıyor , oradan oraya koşup duruyordu.
Maskeli canavarlar virajı alamamış yamaçlardan aşağıya yuvarlanmışlardı boylu - boyunca. “İnsanın baharı yoktur, sonbaharı vardır “ der şair. Dağdaki alelade bir çoban koyunlara kaval çalarken,
“yüreğiyle bakmayı bilene her mevsim bahar olur “ dedi, bir nefeslik Elif hacminde.
Ve artık 18 bin alem rahmete gebeydi. Maddenin şaşaasına kapalı, gökyüzüne açık yürekler bu doğumu bekliyordu. Rahmet insanlığa, insanlık rahmete susamıştı. Mermer duvarlar yıkılmaya yüz tutmuş, Çan sesleri , Şofarlar susmuştu. Uyanış YAĞMURLARI sağanak sağanak yağarken kutsal topraklara “Galápagos Kertenkelesi “ gibi tüneyen sözde tanrıcıklar Menat , Lat , Uzzâ , Hubel toza toprağa karışmıştı. “ Her insan bir yağmur damlasıdır “ der şair. Kimi toprağa kimi suya düşer.
O gün geldi ve yağmur damlaları yüreklerin hasretini giderdi. Hakikatin güneşini arayan çocuk ışığı buldum diye haykırdı. Adres belliydi, adres çölü maneviyat denizine çeviren Arafattı...
Arafat rahmet yağmurlarıyla çoktan yıkanmış , her zerresi Nur'a gark olmuş, kıyamete kadar imzası silinmeyecek bir ses zapt edilmişti o coğrafyada.
Sesin sahibi MUHAMMED MUSTAFA, alemlere rahmet olsun diye yaratılan efendiler efendisi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
Ve dünya rayından çıkıp hallaç pamuğu gibi savrulana değin geçerli olacak veda hutbesinde şöyle buyururdular.
"Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Adem’densiniz, Adem ise; topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten sakınanınızdır. Arab’ın Arap olmayana, hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”
Kainattaki tüm canlı ,cansız varlıklar bunu duyduğu an şimşekler çaktı. Zamana adanmış gökyüzü çatırdadı, boyunlar râm edildi. Çobanlar kaval çalmayı bıraktı, koyun sürüleri oldukları yere çöktü, kuşlar havalandı, balıklar denizlerin dibindeki kutsal mabetlerine çekildi, insanlar sus- pus oldu. Hayat dar ve labirent gibi hissettirirken kendisini umut doğdu, umut vardı, umut maviydi.
Umut yürek sesiydi. O ses “ kapıyı çalmayı bilmek gerek “ dedi. Çünkü kaybedilen hiç bir anın yedeği yoktu.
Lacivertle çalan gecenin ardında yavaş yavaş tüten bir bacanın görüntüsü nazikçe iştirak ediyordu turucuya. Turuncu henüz maviye komşu gitmemişti. Etrafta çılgın sessizliğin sesinin vaveylaları ortalığı çınlatıyordu. Sessiz şehrin üzerinden harami bulutlar seyrüsefer ediyordu zirveleri karla kaplı ulu dağlara. Yiğit adamlar, yiğit kadınlar çömlek yapıyordu Kızılırmağın Anadolu deltalarında.
Tüm cellatlar baltalarını boyunlarına takmışlar, tövbe etmiş bir yürekle fener alayları düzenlemişlerdi bozkırlarda. Sadece sessizliği yırtan gizli bir nida yüreklerinden dillerine pelesenk olmuştu
" Ya Rabbi ben pişmanım "
Yıldız tozlarının lapa lapa yağdığı tövbe özeldir dedi uzaklardan bir Derviş.
Unutma mola verdiğin her tiyatro sahnesin de yolda olup olmadığını, ulaşman gereken menzil istikametinde yürüyüp yürümediğini kontrol etmen, yürek kerterizini sabit tutmak, Kerkenezlere kaptırmaman senin için çok önemli.
Yola çıkmaya niyet ettiğinde kaf dağının ardından Zümrüdü Anka'nın sana ulaştırdığı Haritayı saklayabileceğin en güvenilir yer yüreğindir.
Derviş, taaaa uzaklardan unutma diye tekrar fısıldadı rüzgara. Rüzgar boran oldu poyraz oldu her yeri kuşattı, Yürek Fenerlerini yakmış canlara ulaştırdı.
Ve artık denizin üstünde uyku yasaklanmış, insanlık yeniden dirilişi yaşıyordu.
Dizginleri sabitlenmiş yürekler için , geceyi yakacak ne çok sır vardı bu alem de. Ay dolandı , güneş uyandı istemsizce. Korkmayın, umudunuzu kesmeyin, siz usanmadan - bıkmadan yakarın gecenin sahibine..
Ve binlerce yıl ötesinden bu güne rahmet sesi yankılanıyordu kainatta.
“Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız da birdir.
Üstünlük ancak takva iledir."
Gül Gülasem ATEŞ